Türk milletinin kaderini tayin eden en önemli dönemeçlerden biri olan Sakarya Meydan Muharebesi, yalnızca bir askeri zafer değil, aynı zamanda Türk milletinin varoluş mücadelesinin dönüm noktası olmuştur. Bu büyük zaferin ardından, Türk milletinin önderi Mustafa Kemal Paşa’ya, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından 19 Eylül 1921 tarihinde “Gazi” unvanı ve “Mareşal” rütbesi verilmiştir. Bu onur, yalnızca Atatürk'ün şahsına değil, onun önderliğinde yeniden dirilen bir milletin azmine ve kararlılığına verilmiş bir takdirdir.
Sakarya Meydan Muharebesi, Türk Kurtuluş Savaşı’nın dönüm noktası sayılan en zorlu mücadelelerden biridir. Yunan ordusu, Anadolu'yu tamamen işgal edip Ankara’yı ele geçirerek Türk direnişini sona erdirmeyi amaçlamış, büyük bir hazırlıkla Sakarya Nehri’ne kadar ilerlemiştir. Atatürk, bu tehlikeyi fark ettiğinde derhal Başkomutanlık yetkisi almış, cepheye hareket etmiş, hatta cepheye gitmeden kısa süre önce attan düşüp kaburgalarını kırmasına rağmen savaşın başında bizzat yer almıştır.
Atatürk’ün önderliğinde yürütülen bu savaş, yalnızca cephedeki taktiklerle değil, aynı zamanda getirdiği yeni savunma anlayışıyla da tarihe geçmiştir. “Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır.” sözüyle, o zamana kadar geçerli olan klasik savunma anlayışını yıkan Atatürk, Türk milletinin her bireyini birer savaşçı gibi görmüş, vatan savunmasının yalnızca cepheyle sınırlı olmadığını ifade etmiştir. Bu yaklaşım, savaşın sadece askeri değil, milletin topyekûn direnişiyle kazanılacak bir varoluş mücadelesi olduğunu ortaya koymuştur.
Sakarya Savaşı boyunca Türk ordusu, Yunan ordusunun saldırılarını sabırla karşılamış, doğru zamanda yapılacak bir karşı taarruzla düşmanı yıpratmayı amaçlamıştır. Özellikle Çal Dağı gibi stratejik bölgelerde gösterilen direniş, bu savaşın seyrini değiştirmiştir. Düşman ordusu, Türk ordusunun dirençli yapısı karşısında planladığı taarruz düzenini yitirerek zor duruma düşmüştür.
6 Eylül 1921'de Atatürk, düşmanın güç kaybettiğini ve savaşın kırılma noktasına geldiğini fark ederek karşı taarruz emrini vermiştir. 13 Eylül'de Yunan kuvvetleri Sakarya Nehri'nin batısına çekilmek zorunda kalmış, savaş Türk tarafının büyük zaferiyle sonuçlanmıştır.
Bu büyük başarının ardından, mecliste yapılan görüşmelerde, Atatürk’ün savaş boyunca gösterdiği liderlik ve fedakârlıklar göz önünde bulundurularak kendisine “Gazilik” unvanı ve “Mareşallik” rütbesi verilmesi yönünde kanun teklifi sunulmuştur. Bu teklif, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa ile Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa'nın da aralarında bulunduğu çok sayıda milletvekili tarafından desteklenmiştir.
19 Eylül 1921 tarihinde TBMM’de yapılan oylamada söz konusu teklif oy birliğiyle kabul edilmiş, Atatürk’e bu onurlu unvan ve rütbe 153 numaralı kanun ile resmen verilmiştir. Söz konusu kanunda yer alan maddeler şunlardır:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi ve Başkomutan Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine Gazilik unvanı ve Mareşallik rütbesi tevcih edilmiştir.
Bu kanun yayımlandığı tarihten itibaren yürürlüğe girer.
Bu kanunun uygulanmasından TBMM sorumludur.
Atatürk, Meclis’in kendisine gösterdiği bu teveccüh karşısında büyük bir tevazu ile teşekkür etmiş, bu onuru yalnızca kendi adına değil, savaşta görev alan Türk ordusunun her bir ferdi adına kabul ettiğini ifade etmiştir. “Sakarya Meydan Muharebesi sonuna kadar resmi olarak hiçbir askeri rütbem yoktu,” diyerek, aldığı rütbenin sadece bir ünvan değil, milletin kendisine duyduğu güvenin sembolü olduğunu belirtmiştir.
20 Eylül 1921 tarihinde orduya hitaben yayımladığı bildiride Atatürk şöyle seslenmiştir:
“Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği seninkinden daha temiz, daha sağlam bir askere rastlanmamıştır. Her zaferin mayası sendedir. Her zaferin en büyük payı senindir.”
Bu sözler, onun orduya olan bağlılığının ve halkla kurduğu gönül bağının ne kadar derin olduğunu göstermektedir.
Sakarya Zaferi yalnızca askeri cephede bir zafer değil, uluslararası arenada Türkiye’nin lehine gelişmelere yol açan bir başarı olmuştur. Bu zaferin ardından Fransa ile Ankara Anlaşması, Sovyetler Birliği ile Kars Antlaşması imzalanmıştır. Bu diplomatik başarılar, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası meşruiyetini artırmış, bağımsızlık yolunda atılan adımları hızlandırmıştır.
Zaferin hemen ardından Atatürk, yayımladığı beyannamede Türk milletinin amacının barış içinde yaşamak olduğunu ancak bağımsızlıktan asla taviz verilmeyeceğini ifade etmiştir:
“…Silahlarımızı ancak amacımız tamamen gerçekleştiğinde bırakacağız.”
Bu yaklaşım, hem bağımsızlığa olan bağlılığı hem de dünyanın gözünde Türkiye’nin savaşçı değil ama direnişçi bir halk olduğunun altını çizmiştir.
Atatürk’e verilen Gazilik unvanı ve Mareşallik rütbesi, sadece bir askeri başarıyı değil, bir milletin yeniden ayağa kalkışını simgeler. Bu unvan, bağımsızlık mücadelesine önderlik eden bir lidere verilen haklı bir teşekkürdür. Ancak Atatürk bu onuru şahsi bir şan olarak değil, milletin iradesiyle kazanılmış kutsal bir görevin nişanesi olarak kabul etmiştir.
Bugün 19 Eylül, yalnızca tarihsel bir kararın yıl dönümü değil, aynı zamanda Gaziler Günü olarak kutlanmakta, Atatürk başta olmak üzere tüm gazilerimizin aziz hatırası yaşatılmaktadır.